Pazartesi, Mart 14

TAM ZAMANINDA YAŞAMAK

Can Yücel'den...

Bu aralar tam aklımdan geçen şeyleri Can Yücel'in bu şiirinde buldum...



Yemek de boş içmek de,
Hatta yeri gelmeden sevişmek de.
Tam zamanında öpmelisin mesela güzel gözlünü,
Tam zamanında söylemelisin sevdiğini
Gözlerinin içine baka baka.
Bisikletinin gidonunu
Tam zamanında çevirmelisin
Düşmemek için.
Tam zamanında frene basmalı,
Tam zamanında yola koyulmalısın.
Tam zamanında okşamalısın başını
O üzüm gözlü çocuğun
Hıçkırıklar tam dizilmişken boğazına,
Tam ağlamak üzereyken.
Tam zamanında koymalısın elini omzuna
En sevdiğin dostunun babası öldüğünde.
Tam zamanında tutmalısın düşerken
Üç yaşındaki sehpaya tutunan çocuk.
Tam zamanında acımalı yüreğin
Afyon'da Hasan Ağabey' in evi yıkılınca başına
Evsiz kalınca çoluk çocuk
Ki uzatasın elini bir parça.
Tam zamanında açmalısın kapını
Hayatına girmek isteyenlere.
Tam zamanında çıkarmalısın
Sevginden şımarmaya başlayanları.
Tam zamanında affetmelisin kardeşini
Biliyorsan yüreğinde kötülük olmadığını
Seni gecenin üçünde arayıp da
Kafasının iyi olduğunu söylediğinde.
Tam zamanında öğretmelisin oğluna
Gerekiyorsa yumruk atmayı
Tam burnunun üstüne
Tiksinmeden pisliğinden,
Yukarı mahallenin sümüklü bebesi
Misketlerini zorla almaya çalışırsa.
Tam zamanında bağırmalısın
Acıyınca bir yerin.
Tam zamanında gülmelisin
Kemal Sunal küfür edince filmin bir yerinde.
Tam zamanında yatmalısın
Yola çıkacaksan ertesi gün
Ve arabayı kullanan sensen
Sana emanetse çoluk çocuk
Ve kendin.
Tam zamanında bırakmalısın içmeyi
Son kadeh bozacaksa seni
Ve üzeceksen birilerini
Ertesi gün hatırlamayacaksan.
Tam zamanında ayrılmalısın misafirliklerden.
Tam zamanında konuşmalı
Tam zamanında şarkı söylemeli
Tam zamanında susmalısın.
Tam zamanında terk etmelisin gerekiyorsa
Annenin babanın evini,
Tam zamanında başka bir şehre gidip
Ayaklarının üzerinde durmaya çalışmalısın.
Tam zamanında dönmelisin memleketine.
Tam zamanında için titremeli,
Tam zamanında aşık olmalı
Deli gibi sevmelisin güzel gözlünü.
Tam zamanında toplamalısın oltanı
Belki de seni şampiyon yapacak
En büyük balığı kaçırmadan.
Tam zamanında yaşlandığını hissetmeli
Tam zamanında ölmelisin
Iskalamak istemiyorsan hayatı.
Haydi şimdi kalk bakalım
Silkin şöyle bir
At üzerinden hayatın yorgunluğunu,
Vakit zannettiğinden daha az
Haydi kalk bakalım,
Şimdi YAŞAMAK ZAMANI...

Müsait Olunca Beni Severmisin?

İçeri girer girmez neşeyle bağırdı:
- Anne biliyor musun bugün yuvada ne oldu?
- Görmüyor musun ? Telefonla konuşuyorum.
Herkesin sevdiği şey birbirine benzemiyordu. Annesi telefonu, babası arabayı seviyordu.
Herşey erteleniyordu, telefon ve araba söz konusu olduğunda... Bir de eve misafir gelecek oldu mu kendisine hiç yer kalmıyordu.
Nerelere gitseydi? Annesi kapattı telefonu
.
Mutfaktan tencere sesleri geliyordu. Koşarak yanına gitti:

- Sana yardım edeyim mi ? dedi, en sevimli halini takınarak. Annesi manalı manalı baktı:
Hayırdır? Bir yaramazlık mı var? Bak bir de seninle uğrasmayayım. Çok yorgunum zaten.
Yorgunluk nasıl bir şeydi? 
Bazen elinde oyuncağıyla uykuya daldığında anneannesi oyuncağı yavaşça elinden alır :
- Nasıl yorulmuş yavrucak. Uykunun gül kokulu kolları sarsın seni..'
diyerek alnına bir öpücük konduruverirdi
.
Yorgunluk gül kokulu bir uykuya dalmaksa eğer, neden annesi kendisiyle böyle kızgın kızgın konuşuyordu.

Anneciğim yorulduğun zaman gül kokulu uykulara dalarsın. Anneannem öyle söylüyor.

Uykuya dalayım da, gül kokuları kusur kalsın. Yorgunluktan ölüyorum.

Bu kelimeden nefret ediyordu. Yorgunum, yorgun olduğumdan, böyle yorgunken'....

Anneciğim sen yorulma, diye...

Yemekte konuşuruz çocuğum. Bankada işler yetişmedi. Baban gelene kadar bunları bitirmem lazım. Hadi sen oyna biraz.

Hani siz yoruluyorsunuz ya...Eeee....Bende oynamaktan yoruluyorum. Ne yapayım bilmem?

Yapılmaması gerekenleri biliyordu da büyükler, yapılması gerekenleri hiç bilmiyorlardı.
 Işıklar söndü birden.
Annesi öfkeyle söylenmeye başladı
.
Mum da yok! diye diye karıştırdı dolapları el yordamıyla.
Çocuk sırtüstü yatıp, anneannesinin köyünü düşündü. Gaz lambasının ışığında deli tavşan masalını anlatışını.

Deli tavsanın duvardaki aksini getirdi gözlerinin önüne. Anneannesi gibi iki ellerini birleştirip işaret parmaklarını yukarı kaldırarak tavşan kafası yaptı.

''Bak deli tavşan'' diyerek parmaklarını oynattı. Yoldan geçen arabaların farları duvardaki tavşana yol açtı. Tavşan alabildiğine hür dolaştı sağda solda. Otlarla kuşlarla konuştu. Sonra yorgun düştü. Duvardaki görüntü minik avuçların açılmasıyla kayboldu. Kolu yavaşça kanepeden aşağı sarktı.
Sonra ışıklar geldi.

Kadın çocuğun hiç konuşmadığını akıl etti. Birden kanepeye koştu. Küçücük dizlerini karnına doğru çekerek uykuya dalmıştı.

Masanın üstündeki dosyalara baktı iğrenerek. Dindirilmez bir pişmanlık doldurdu içini.

Uyandırmaktan korka korka küçük alnına bir öpücük kondurdu.

Çocuk sanki bir ipucu bekliyormuşcasına aralanan gözleriyle mırıldandı;
 İşin bitince beni sever misin anne? dedi.

Kadın, sevilmek için randevu alan çocuğuna bakarak sabaha kadar ağladı.

******
Lütfen sevgimizi yarınlara ertelemeyelim. Hayat telaşına kaptırıp kendimizi, sevdiklerimizi ihmal etmeyelim.
Unutmayalım ki, yaşamın en güzel yanı sevgidir.

Unutmayalım ki yarın kimseye vaat edilmemiştir...

Bunu bir arkadaşım gönderdi sizinle paylaşmak istedim.

Çarşamba, Mart 9

URFA KADINLARI


Komiktir, tatl›d›r Urfa kad›nlar›, her biri baflka bir alem. Her sözlerinin alt›nda yatan birfleyler mutlaka vard›r. Güçlüdürler tafl› s›ksalar suyunu ç›kar›rlar. Bay›l›rlar yemek yemeye, gezmeye.

Sorun onlara; yemek yapmak m›, gezmek mi diye eminim hepsi bir a€›zdan gezmek diyeceklerdir. Yemek yapmaktanda hofllan›rlar fakat haftada bir kere. “Nas›l yani haftada bir gün yemek yap›p di€er günler yapm›yorlar m›?” dedi€inizi duyar gibiyim anlatay›m size.

Sabah kalkar kahvalt›y› haz›rlar, kocalar›na söylenerekten gönderirler evden. Evi flöyle bir toplar, akflam yeme€ini haz›rlamaya koyulurlar.

Biz hani uzuuun uzuuun malzemeleri dolaptan ç›kar›r, güzelce y›kar, do€rar falanda filanda yapar›z ya, onlar daha önce ç›kartt›klar› k›yman›n içine baharatlar›n› koyar tepsiye yayar hoooopp hayde f›r›na akflam yeme€i haz›r. Tabi bu etin yan›nda domates, patl›canda f›r›na gitmek için tepside yerlerini al›rlar. 

Onlar haftan›n sadece bir günü sulu yemek yada sebze yeme€i yaparlar di€er zamanlar yapt›klar› tüm yemekler f›r›na gider. 10-15 bilemedin yar›m saat sürer yemek haz›rlama süreleri. Zaten Urfada her mahallede yanyana bir sürü f›r›n vard›r. Yemeklerini f›r›na gönderdikleri için hem kad›nlar rahat ederler hemde f›r›nc›lar para kazan›rlar.

Yemek ifli bittikten sonra bafllar telefon trafi€i, nereye gidiyoruz, kimde toplan›yoruz diye. Gidilicek yer belli olduktan sonra haz›rl›k son h›z devam eder. Ama sanmay›n yemek yapt›klar› kadar k›sa sürede haz›rlan›rlar. Onumu giysem, flunumu giysem aman ben Hatice’den daha güzel olmal›y›m, Ayflede’de bu k›yafetin benzeri var aaa yok olmaz oda giyer rezil olurum öyleydi böyleydi diye sürerde sürer.

K›yafet tamam gelelim tak›lara bu en önemli konu.
Alt›nlar›n sakland›€› kasa aç›l›r “bu arada e€er maddi durumlar› iyi ise her evde kasa vard›r” bafllar s›rayla tak›lmayaaaaa.....

Befl metre zincir, on bilezik, befli bir yerde, çok zenginse p›rlanta tak›mlar, ak›tma, yüzüklü ak›tma takar da takarlar. Ben hepsinin isimlerini bilmiyorum benim bildiklerim sAdece bu kadar›. 

Bu sadece gündüz gezmeleri birde düğünde görseniz onları. Mesela kim daha çok altın takmışsa en ön masalarda yerini alır. Altın zenginliğin ve ihtişamın göstergesidir. Bu hareketle düğünün gösterişli ve ihtişamlı olduğu anlaşılır.

Nazlıdırlar onlar hele kocalarına naz yapmaya bayılırlar. Babam anlatırdı.

“Kadının biri her sabah kocasına kahvaltı hazırlarmış. Kocasını kaldırıp oturmuşlar sofraya. Adam kahvaltıya başlamış ama bakmış karısı bişey yemiyor. Kendine hazırladığı lokmaların aynısını karısınada hazırlayıp uzatmış karısının ağzına. Kadın ay yok canım istemiyo demiş. Bir, iki, adam tekrarlamış bu hareketini kadın yine aynı cümleyle karşılık vermiş “canım istemiyor iştahım yok.”
Adam kalkıp işe gitmiş. O evden çıkar çıkmaz kadın bir tavaya 10 yumurta kırıp afiyetle yemiş.” Naz yapacak ya nasıl olursa olsun.

Babam işte; anlatır böyle şeyler hele annemle bu tarz şeylerle uğraşmaya bayılır. Annemin de ona naz yapt›€› aflikar. Çok hikayeler anlatılır bizde her durumu hikayeleştirip birbirlerine anlatıp güler insanlar. Eylensinler de nasıl eylenirlerse eylensinler.

Mesela urfan›n kendine özgü deyimleri, dualar› ve beddualar› vard›r. En komikleri de beddualard›r. Ben size birkaç örnek vereyim. Bunlar bu zamana uygun olarak söylenmiş eskileri yazmadım onlar biraz müstehcen. Tabi artık pek fazla kullanılmıyor bu beddualar eskilerde cehalet vardı tabi ettikleri bedduanın nereye gideceğini pek kestiremezlerdi. 



Mahzenlerdeki şeraplari kala kala yıllana gene de bi poğa yaramiya.

Helikopterleri pistlerde kala bi türli havalanmiya.

Seni Türk vatandaşlığından atalar heç bi kapıya vatandaş olamıyasan.

Ruhsatlı-ruhsatsız silahlari satıla, mermileri namlıda kala patlamıya.

Yere gömdiği kredi kartları çüriye kimseye yar olmıya.

İsviçre pankalarında yatan dövizleri yata bi daha kalkmiya.

Yarış atlari ahırda kala kala beygir ola.

Sen sen olasan seçim meydanlarında geçim derdine düşesen.

Sen sen olasan televizyon ekranlarında kararasan, RTÜK seni açmaya.

Miting meydanlarıda döner yapasan üzerine koyacağ pilav bulamıyasan.

Alfa Romeo erabaları otoparklarda çüriye akıbetleri Murat 124 kimin ola.

Memlekette ne keder top varsa sahaya ine, hepsinden toplı maç edesen.

Ahırımda at, kapımda it, osırığın tutmiyan gö… olasan.

Kenan Paşa’ya model olasan, seni nü resmede.

Aldiği mazlumların ahını aheste aheste degil, bi nefeste çığarasan.





Azda olsa sizi güldürebildiysem ne mutlu....

Perşembe, Mart 3

BUGÜN SAĞLAM PEKİ YA YARIN!


Evin ilk erkek çocuğu ilk torunuydu Ahmet.

Annesi Babası öğretmen kültürlü güzel bir aileye gözlerini açtı.  Doğduğunda bayram havası yaşandı evde. Elden ele onun kucağından öbürünün kucağına. Birde o kadar güzeldiki kocaman kapkara gözleri simsiyah saçları, bembeyaz teni vardı, kirpikleri kaşlarına değerdi fırça gibi. Bir bakan dönüp bir daha bakardı o güzelliğe.

Her geçen zaman büyüdükçe dahada güzelleşiyor  baktıkça “Bu çocuk yaratanın  boş zamanına gelmiş  heralde”  dedirtten sözleri duyardık kulaklar dolusu.

Ahmet;  bebekliğinden farklı bir çocuk olduğunu hissettirmişti hep çevresindekilere, hareketleriyle zekasıyla... O kadar akıllıydıki sekiz dokuz aylıkken konuşmaya başlamıştı bile.
İki buçuk üç yaşına geldiğinde dedesine gazete okurdu artık. Ailesi bu konuda ne yapsak çocuk ziyan olmasın diyerek bir araştırma merkezine götürdüler Ahmet’i, araştırmalar testler derken Ahmet’in IQ’su 190-200 civarı çıktı. Doktorlar bu çocuk çok zeki aman dikkat edin özel bir eğitim alması gerek dediler . 

Annesi ve Babası üstün zekalı çocukların eğitildiği bir kaç yerle görüştüler tabiki. Ahmet  beş altı yaşındayken her şeyi bilen eline geçirdiği her şeyi, normal bir insana ağır gelen romanları bile okuyan bir çocuk oldu, o kadar ki artık ailesi ne varsa topladılar evden çok okuyor elinden bırakmıyor diye. Zaten Ahmet hepsini okumuştu bile...

Evde bişey kalmayınca ne yapsın küçük Ahmet  ara ara ortadan kaybolur oldu. Anne Baba eve geliyolar arıyorlar evi yok  Ahmet. Nerden oldugunu bilemedikleri bir yerden çıkıveriyor ortaya. Eeeee o kadar zeki ya artık geliş saatlerinde kaybolmuyor bir yerlere, evde birde babaanne , dede ve hala var  Ahmet için onları kandırmak ne ki kolay. Gel zaman git zaman  ailesi buluyor Ahmet’in neden kaybolduğunu. Meğer Ahmet dedesini okuduğu Kuran’ı alıp saklanıp okuyormuş bir yerlerde. Ahmet yedi yaşındayken ezbere Kuran okurdu...

Bir gün çok hastalandı  öyleki ateşler içinde yanıyor. Doktorlar ilaçlar  derken biraz toparladı kendini. Tarih hatırlamıyorum Ahmet salı günü hastalanmıştı cuma sabahı da daha iyi kalkmıştı yatağından. Hatta şaklabanlıklar yapıyordu dedesine, babaannesine, halasına, akşam enne ve babasına.

Haftasonu olduğu için dokuz on gibi kalktılar. Normalde Ahmet sabahları dokuz gibi kalkar ev halkını tek tek kaldırırdı özellikle haftasonları.

Ama bu haftasonu Ahmet kimseyi kaldırmadı odasına gittiler sen hala yatıyormusun diye onu gıdıklamaya. O öylece uyuyordu annesi seslendi ;

--- “Ahmet; Ahmet “  ses yok. Bir kez daha seslendi ses yok. Bir anda evden çığlıklar koptu noldu sana noldu diye... Açtı gözlerini Ahmet baktı annesine  öylece... baktı sesini çıkarmadı. Apar topar hastaneye götürdüler.

Sonuç ; Ahmet gece soğuk havale geçirmiş  beyninde büyük bir hasar var  diyor doktorlar durumu kötü...

O artık yürüyemiyor, konuşamıyor, hareket edemiyor . Vücüdu her geçen gün kasılıyor  yamuluyor. Öyleki ağzına verilen yemeği bile yutamıyor.  

Yaşarken ölüyor küçük Ahmet...

Bu arada anne ve babası boşanıyor. Baba başka bir kadınla, anne başka bir adamla evleniyor.

Ve şuna inanın ben böylelerine insan demiyorum  eğer insan biz isek onlar......ne acaba...
Ahmet’i bir kere bile gelip görmüyorlar bırakıyorlar halasına ve yok oluyorlar. Onlar için söylenecek çok şey var ama küçük Ahmet’in hatrına susmak yakışır.

Ahmet'e halası bakıyor tabi, hemde nasıl bakmak. Hani tapıyorum derler ya, halası tapıyor Ahmet’e zaten oda halasından başka kimsenin elinden yemek yemiyor. Her geçen gün o çocuğun eridiğini görmek çok kötü... geleceğinden birazcık şüphe bile duymadığımız süper bir gelecek bekliyor  dediğimiz Ahmet hayal bile edemiyeceğimiz halde.

Zamanın nasıl geçtiğini, nasıl değil ne zorluklarla geçtiğini az çok tahmin edebiliyorum. Çok çok çok çok zorrrr...

Ahmet  On beş yaşında bir  Pazar sabahı halasının kollarında gözlerini bir kapadı bir dahada açmadı.

O artık melek ve biliyorum ki bizi oradan izliyor. 

(Şunuda belirtmek isterim Ahmet benim yiyenim olur bir kaç ay önce kendisini kaybettik malesef. Nur içinde yatsın mekanı cennet olsun...Onun o güzel fotograflarını paylaşmak istemedim sizinle. Bu yazıyı okurken onun o güzel yüzünü sizin halal gücünüze bıraktım)


Lütfen ne oldum değil ne olacağım diyelim başımıza ne zaman ne geleceği hiç belli değil...



Sevgiler ve Sağlıklar dilerim...

Çarşamba, Mart 2

İÇİMİZDEKİ HÜZÜN

Her yeni gün yeni bir umutla başlar insan. Hayalleri, umutları...
Hep geleceği planlarız şöyle yapıcam böyle yapıcam diye. Ama bilemeyiz hayatın bizlere neler gösterecegini, neler yaşatacağını. Hep iyi olacak diye bakarız hayata öylede bakalım zaten atalım korkularımızı  çekingenliklerimizi bir kenara yaşayalım en güzel şekliyle hayatımızı.  Pozitif olalım hep çünkü şu an bizim olduğumuzdan daha kötü hayatı olan insanları düşünelim düşünelim ki kendi bulunduğumuz duruma şükredelim.  Hiç umudu olmayan her sabah mutsuz ve umutsuz gözlerini açan insanlar tanıyorum. Bu insanlardan biri en yakınım canım ciğerim ablam...

Her gün yeni bir koşuşturmayla başlar onun hayatı. Aslında hiç farkı yoktur dünün bugunden eşini ve kızını yolladıktan sonra başlar onun hüznü. O hüzün onlar varkende vardır ama belli etmez hiç o kadar güçlüdür. İstemez kimseyi üzmeyi özellikle kızını ona hep tek umudum der. Güler ama yüzelsel iki çocuğum var ama Gamzenur tek umudum der hep.

Şimdi merak ediceksiniz iki çocuk ama neden bir tanesi umut...

Hani eskiden Türk filmlerinde olurdu amansız hastalığa yakalanırdı genç delikanlı kendi bilmezdi hastalığını ama annesi, babası, kardeşi bilirdi ve ona her baktıklarında içlerinden ağlamak gelirdi yinede belli etmezlerdi o üzülmesin diye.

İşte buna benzer birşey yaşar ablam ve ailesi tabi bizde. Bizim filmimizdeki o delikanlı MELİK MERT...




Anne karnında kaptığı virüs nedeniyle hasta benim Mert’im canım...
Vücudunda kas yok o yüzden yatalak, fizik tedavi görmezse kemikleri yer değiştirmeye başlıyo, gözlerinin ne kadar gördügünü bilmiyoruz tek bildiğimiz ışık aldığı. Sekiz yaşında ama 6 aylık bebekten farkı yok. Bunun gibi bir şürü şeyi var saymak istemiyorum. Ama hayatımda gördüğüm en pozitif insan. Tam anlamıyla sevgi manyağı.  Ona ne yaparsanız yapın hep güler.


 Saç çekmeye bayılır bi yapıştımı elinden kurtulmak çok zordur. Öyle bir elektiridiği varki insanı hemen kendisine bağlar. Annesiyle inanılmaz bir ilişkisi vardır. Annesi konuşarak bir sürü şey öğretmiştir ona.



İnanılmaz bir kulak vardır onda sesten kimin kim olduğunu bilir. Eğer yabancı bir ses ise tepkisiz öyle durur ama benim yada dığer teyzelerinin sesini duyunca o tatlı ağız açılır hemen başlar gülmeye. Bizi en çok şaşırtan şey babamızla olan ilişkisi onunla başka bişeyi var.  Babam her geldiğinde hiç sesini çıkarmadan Mert’in üzerine doğru eğilir. Ne hikmetse Mert hafif hafif gülümser artık o anda ne hissediyorsa. Belki kokusundan da tanıyabiliyordur insanları konuşamadığı için bilemiyoruz. Neyse babam sessiz bir şekilde öylece durur. Anlar dedesi başında duruyo nasıl anladığını hiç bilemiyecez. Mert başlar elini kaldırmaya hoooop doğru babamın top sakallarına, tutmak için o sakalları.  





Biz hiç anlayamıyacağız ne düşünüyor, ne istiyor, ne hissediyor.  Hani aşk derler ya işte bizim için Mert. 

Aşk bizim için Mert’in gülmesi, her gün yeni bir şeyler öğretebilmek, yemek yemesi, kakasını yapabilmesi (yatalak çocuklarda kabızlık önlenemiyor), o kocaman gözleriyle gözlerimizin içine bakması.  Bakar ama ne kadar gördügünü bilmiyoruz.

(Bu arada 1 yaşında olduğu ameliyatta gözlerindeki mercek alındı şu an mercek görevi gören özel bir lens kullanmak zorunda).

O lensleri parmakları yardımıyla çıkartıp kaybediyor siz o zaman görün evdeki cümbüşü. Herkes dağılıyo lens aramaya lensin özelligi 3 gün sonrada bulsan bile özel suyuna atıp 24 saat beklettikten sonrada kullanabiliyorsun. Hatta bir keresinde ablam iki gün sonra bulmuştu.

Biz lens ararken Mert ne yapıyor biliyomusunuz ağlıyor. Kötü birşey yaptığının farkında olduğu için ağlıyor.

Çünkü annesi “elini gözüne sokma” diye hep uyarıyor.
“Niye elledin gözüne bak lenslerin yok” deyince büzüyo dudaklarını.



Mert, Mert, Mert...

Ağzımızdan çıkan her sözde olan, bizi hem güldüren hem ağlatan Mert sen hep gül emi hiç ağlama düzelir umudumuz hep var olacak. Bu umudu kaybetme düşüncesi bile bizi korkutuyor.    





Kocaman mutlu bir aileyiz ama bi tarafımız hep buruk. Bizim gülmelerimiz bile hüzün.

Umarım sizin kalbinizde hüzün olmaz... Sağlık dolu Mutlu gelecekler...