Çarşamba, Aralık 21

Uzun Zaman Oldu


Uzun zaman oldu... Nedense yazacak çok  fleyim oldu€unu düflünürken yaflad›€›m onca fleye ra€men dökemedim yaz›ya bir türlü. Her seferinde hadi hadi diye kendime gaz versemde gelmedi içimden yazmak... o yüzden sustum bu zamana kadar nedenini bilmeden sustum...

Susmak.. sesini kelimelerle anlatmak...belkide sessizliği yaşamak...
sonsuzluk dediklerini anımsatmak...

Satırlara sığdırmak söylediklerini, söyleyeceklerini önceden düşünmeden akıtmak kağıda... Düşüncelerini duyurmak. duymayanlara inat..

Kısaca kendini anlatmak sorgulamak hayatı ne pahasına olursa olsun...
Bunu yaparken konuşmamak... yazmak...  sadece yazmak....

Keflke her fleyi yazabisekte o kelimelerin içinde çözümleyebilsek, sonuca ulaflt›rabilsek. Belki buda s›kacak zamanla... yazmak de€ilde konuflmak daha iyi gelecek ama her fleyi anlatabiliyormuyuz yan›m›zdakine, dostumuza... tabiki hay›r baz› fleyleri kesip k›rp›yoruz anlat›rken k›smende olsa rahatlat›yor bizi ama yinede istiyoruzki tüm ç›plakl›€›yla anlatal›m yaflad›klar›m›z› biz nas›l hissediyorsak oda bizim hissetti€imiz gibi hissetsin...hissetsinki anlas›n... mümkün olmayacak bifley bu ama istiyoruz iflte insan›z s›n›r› yok istiklerin.

Asl›nda konu  varm› böyle biri... 

Bazen efline bile anlatam›yorsun, anlamayaca€›ndan de€il ama istiyorsunki senin gibi biri olsun karfl›nda. fi›p diye anlay›versin seni leb demeden leblebi desin, yüzüne bakt›€›nda gözlerinden anlasın ne durumdas›n. Zor çok zor... varm› öyle biri yok tabiki bulmak mümkün mü? Bilmem sizce mümkün mü? Bilmem... bence mümkün de€il.

Siz mümkün mü mümkün de€ilmi diye beyninizi bir taraftan meflkul ettirirken bir taraftanda flu küçük hikayemi okuyuverin...

Bir yaz günü, plajda oturuyor, kumlarla oynayan iki çocuğu
 seyrediyordum. Her ikisi de, deniz kıyısında, kapılarıyla, kuleleriyle,
 tünelleriyle kocaman bir kale yapmak için beraberce harıl harıl 
çalışıyorlardı. Kale neredeyse tamamlanmışken , büyük bir dalga gelip
 kaleyi bozdu. Her şey, bir anda ıslak bir kum yığınına dönüşmüştü.
Bütün uğraşlarının bir anda gözlerinin önünde yok olduğunu gören
 çocukların göz yaşlarına boğulmalarını bekliyordum. Ama çocuklar beni
 şaşırttı.
Ağlamak yerine, ikisi de kalkıp el ele tutuştular ve gülerek kıyıdan biraz
daha uzaklaşıp yeni bir kale yapmaya giriştiler.
Çocukların , o anda bana önemli bir ders verdiklerini fark ettim.
Yaşamımızdaki her şey, yapmak için üstünde çok zaman ve enerji sarf
ettiğimiz her karmaşık yapı, aslında kumdan yapılmışlardır. Sadece başka 
insanlarla kurduğumuz ilişkiler ayakta sağlam kalabilir.
Er yada geç, bir dalga gelip, kurmak için yoğun çaba sarf ettiğimiz
 çalışmaları anında yıkabilir. Böyle bir durum karşısında, sadece yanında
 tutacak bir eli olan insan gülümseyebilir….

Yan›nn›zda her zaman böyle bir insan olmas› dile€ille  elinizi tutanlar›n›z tutupta b›rakmayanlar›n›z çok olsun....

Cuma, Ağustos 5

Hayattındaki Her Gün Bir Hediyedir...

Hayattındaki Her Gün Bir Hediyedir...


Karşına çıkan kişiler her kimse, doğru kişilerdir. Bunun anlamı şudur, hayatımızda kimse tesadüfen karşımıza çıkmaz. Karşımıza çıkan, etrafımızda olan herkesin bir nedeni vardır, ya bizi bir yere götürürler ya da bize bir şey öğretirler.
 
Yaşanmış olan her ne ise, sadece yaşanabilecek olandır. Hiç bir şey, hem de hiç bir şey yaşadığımız şeyi değiştiremezdi. Yaşadığımızın içindeki en önemsiz saydığımız ayrıntıyı bile değiştiremeyiz. 'Şöyle yapsaydım, böyle olacaktı' gibi bir cümle yoktur. Hayır, ne yaşandıysa, yaşanması gereken, yaşanabilecek olandır,  dersimizi alalım ve ilerleyelim diye. Her ne kadar zihnimiz ve egomuz bunu kabul etmek istemese de, hayatımızda karşılaştığımız her olay, mükemmeldir.  
 
İçinde başlangıç yapılan her an, doğru andır. Her şey doğru anda başlar, ne erken ne geç. Hayatımızda yeni bir şeyler olmasına hazırsak, o da başlamaya hazırdır.
 
Bitmiş olan bir şey bitmiştir. Bu kadar basittir.

Hayatımızda bir şey sona ererse, bu bizim gelişimimize hizmet eder. Bu yüzden serbest bırakmak, gitmesine izin vermek ve elde etmiş olduğun bu tecrübeyle ileriye doğru bakmak daha iyidir. 
 
Kendine iyi bak. 
Tüm kalbinle sev. 
Sonuna kadar hayatın tadını çıkar. 
Hayattındaki her gün bir hediyedir, kıymetini bil.

Pazartesi, Temmuz 4


Hayatımız sürekli bu evde geçiyor. 

Ben dışarı çıkmak gezmek dolaşmak istiyorum. Hissedebiliyorum çok az kaldı özgürlüğüme.

Bu eve daha yeni geldim fakat sabırsızlanıyorum hemen büyüyüp keşfetmek istiyorum dünyayı. Evdeyken sıkılmıyorum ama sadece merak... her şeyi görmem öğrenmem gerekiyor.

Yalnız değilim en başta annem var sonra eve geldiğimde tanıştığım ablam.....

O kardar güzel ki benimle ilgilenmeyi seviyor bende onunla vakit geçirmeyi. Sadece onlar da değil odamda beni yalnız bırakmayan gece gündüz yanımdan ayrılmayan hatta benimle bütün gün oynayan beni güldüren iki kişi daha var.

İlk gördüğümde beni çok korkutmuşlardı ama zaman geçtikçe onlara o kadar alıştımki göremediğim zaman huzursuz ve mutsuz oluyorum. Bazen beni kızdırıp ağlatsalarda onları görmeden yaşam kaynağım da gidecekmiş gibi geliyor. Sanki onlar benimle beraber geldiler bu dünyaya onlarda benim gibi her şeyi yeni keşfediyorlar.

Beni yanlız bırakmayacaklarını hayatımın sonuna kadar benimle beraber olacaklarını, beni korumaları için çok büyük bir gücün gönderdiğini, son nefesime kadar yanımda olacaklarını, iyi veya kötü ne olursa olsun hepsini not edeceklerini, beni bütün kötülüklerden koruyacaklarını söylüyorlar.

Başıma ne kötülük gelebilir ki anlayamadım ama insanın yanında böyle güzel iki kişinin olması büyük bir şans.


Onları size tarif edemem tarifi yok. Sadece şu kadarını söyleyebilirim. Onlara sarıldığımda kendimi bulutların üstündeymiş gibi hissediyorum.

Kendinizi bir boşlukta hissedip aynı zamanda yumuşacık bir şeyin üzerende yatıyormuş gibi hissediyorsunuz.



Şimdi sıra sizde kapatın gözlerinizi ve düşünün...

Yukarıda çok yukarıda bir bulutun üstündesiniz yumuşacık sıcacık sanki sizi kocaman kolları ile sarmış bir tüy dokunuşuyla. Nefesinizin kesildigini aynı zamanda derin bir nefes aldığınızı o nefesin ciğerlerinizde gezerken ki halini ve o nefesi her çektiğinizde anlatılması tarifi mümkün olmayan çok büyük bir mutluluk hissettiğinizi...


Onlara dokunmak, sarılmak, yanınızda olduklarını bilmek ve en önemlisi onları görebilmek.


 İşte böyle bir şey....










Pazartesi, Mayıs 16

Çok güzel bir rüya gördüm. 

Zaten hep kanatlı melekleri görüyordum uykuda olmadan bile ama bu sefer gördügüm başka birşeydi. Bir kız tatlı şirin bir kız. Ama anlam veremedigim bir şekilde bana bişey söylemeye çalışıyordu ben ona yaklaşmaya çalışırken o uzaklaşıyordu. 

Sesi derinden ve yankılı geldiği için anlayamıyordum söylediklerini. 

Bir gayret koşup yetiştim ona ne diyorsun ben seni anlayamıyorum dedim. 

O bana sadece baban baban dedi. Ne demek istiyorsun anlamıyorum diye tekrar sordum o baban ibrik ibrik dedi. İbrik ne demek diye tekrar sordum. Oda annen çeşme baban ibrik dedi.


Ter içinde uyandım annen çeşme baban ibrik ne demekti. Tam düşünürken bunları bir ampul beliriverdi kafamın üzerinde. 

Annemin çeşmelerini biliyordum ama babamın ibriği neredeydi. Acaba ondanda sıcak ve tatlı bir su geliyormuydu. Bu merakla babamın ibriğini görebilmek için onu dikkatlice izlemeye başladım. Ve o ibriği önünde sonunda görecektim...... 


(Beste'ye ithafen)



Her nedense anlayamadığım bür sürü şey var. Bir sürü insan girip çıkıyor neden gelip gidiyorlar hemde ellerinde kocaman ağaçlarla. Birde tek tek başıma gelip “amanda aman amanda aman” demeleri. Ne demek ki bu amanda aman.... Hiç anlamadım çok komikler. Hele bazıları hem bu lafı söylüyor birde yüzüme tükürüyor. 

Yani şöyle amanda aman amanda aman tü tü tü tü......sonunada bir maşallah ekliyorlar ki maşallah’ı hiç anlamadım.

Sonunda gidiyoruz. Ev denilen bir yer anladığım kadarıyla yaşayacağımız yer. Neye benzediğini çok merak ediyorum.

Babam beni kucağında merdivenlerden çıkarırken ben oğluma bir oda yaptım krallara layık deyip durdu. Neden bana oda yapıyor ki ben annemin koynunda yatıcam o heralde başka türlü düşünmüş bilmiyor ki ne yaparsa yapsın beni annemin kucağındaki o kokudan ayıramaz.

Galiba babam ve benim aramda soğuk savaşlar yaşanacak. Annemi paylaşamayacağımız kesin ama eminim ki her seferinde ben kazanıcam. Annemin bana nasıl baktığını gördükten sonra babam şimdiden mağlup.

Evde ilk gecemiz.

Annemle geçirdiğim en güzel vakitlerden biri karnımı doyurduğu vakit.

Neredeyse kafamdanda büyük ben benzetmeyle söylüyorum iki tane çeşme annemler meme diyor ben çeşme demeyi daha çok seviyorum uçlarında kahverengi muslukları var yukarıdan bastırınca o musluklar akmaya başlıyor.

O musluklardan akan tatlı suyu içmeyi çok seviyorum. Birde elimi üzerine koyunca deymeyin keyfime aramızda öyle bir çekim ve elektriklenme oluyor ki bunu ne ben anlatabilirim nede sizin beni anlama kapasitenizin olduğunu düşünüyorum. Oyleki siz olsanız sabahtan akşama kadar o çeşme başından kalkmak istemezsiniz.

Bazen düşünüyorum babamda neden böyle çeşmeler yok onun tek yapabildiği eve geldiğinde beni kucağına alıp büyük bir gürültü kopararak öpmesi inanın bu yüzden kulaklarım sağır olacak. 

Birde altımı açıp oramla buramla oynayıp aman benim oğlum erkekmi, aman benim oğlumunkide büyüyecek mi gibi benim için anlamsız lafları söylemekten geri kalmıyor. 

Bu korkuyla yastığını kafasına kapadı. Farkında olmadan gözlerinden yaşlar geldiğini, boğazında koca koca düğümler belirdiğini hissetti. Hani gemici düğümü derler ya işte o düğümler gibi; bağlanması kolay açılması mümkün olmayan.

Geçmişi gözlerinin önünden geçmeye başladı.
Doğduğu günü hatırladı.

(Sakın demeyin hadi canım hatırlayamaz diye ilginçtir ki o hatırlıyordu hemde her saniyesiyle....)




Bir kadının kucağındayım... 

Neresi burası geldiğim o uzun ve sıkıcı yolculuktan sonra burası o kadar büyük ve soğuk ki korkuyorum.

Hayır dur dur beni neden bırakıyorsun.

Sıcak bir kucak o kadar sıcaktı ki bunu anlatabilmem mümkün degil. Bunu hayal bile edemezsiniz. Bir yüz bulanık ama pürüzsüz gözlerimin içine sıcacık bakan ama bir taraftanda gözlerinden sıcak yaşlarla. O gözleri gördükten sonra tamam dedim işte hayatımın kadını. Bu kadın benim ömrüm nefesim yaşama sevincim olacak. Beni kötülüklerden koruyacak beni en çok sevecek, benim için en çok ağlayacak, ne olursa olsun bana en çok inanacak olan güzel annem.

 Evet o benim melek annem...


Bu karmaşık ama bir o kadarda güzel duygularla o güzel yüzüne bakarken bir ses ama o kadar kalın ve korkunç ki hani kalkabilsem kimse tutamaz beni kaçardım.

Oğlum oğlum hoşgeldin aramıza....

Bu sesi daha öncede duydugumu hatırladım ama bu kadar korkunç gelmiyordu.

Sonra annem  "bak bebeğim baban geldiiiiii."

Beni güçlü kollarıyla kucağına alıp alnıma küçük bir öpücük kondurdu. Yüzü annem gibi pürüzsüz degildi hatta tam tersi o kadar sertti ki beni bir fırçanın öptüğünü düşündüm. 

Ama o tel fırça hissi veren öpücük o kadar içten ve sıcaktı ki işte o an dedimki evet bu benim canım babam. Beni her konuda destekleyecek benim gururum, örneğim olacak, bana hayatla ve tabiki kızlarla ilgili öğüt verecek canım birtane fedakar babam.

Evet o benim güçlü kuvvetli babam.... 



Çarşamba, Mayıs 11

BİR SABAH GÖZÜNÜ AÇTIĞINDA...


Sabah güneşi yüzüne vurdu. Gözlerini açmaya çalıştı fakat bir türlü beceremedi. Nedense her zamankinden daha sessiz bir gün doğumu olduğunu düşündü. Ne annesinin, ne babasının sesi gelmiyordu. Daha uyanmadılar diye aklından geçirdi.

Şöyle bir gayret döndü güneşin keskin ışıklarından kurtarmak için kendini. Biraz daha beklemeye karar verdi.
Çünkü hiç sevmezdi dayanamazdı yanlız başına uyanmaya ve gözünü açtığında karşısında birilerini görmemeye... baya zaman geçtikten sonra.....

Bir tıkırtı duydu derinden gelen

- Hah dedi kalktı biri....

hışır hışır bir ses sonra.....

Anlam veremedi dinlemeye devam etti. Bir kapı açıldı ardından bir kapı daha

Pür dikkat kesildi seslere bekledi... bekledi... bekledi...


Ne anlamsız ki açılan kapılar hem kapanmadı tekrar, hemde sesler tamamen kesildi. Yüreğinde sıcaklıkla beraber bir korku hissetti.



-       Acaba yabancı biri mi bu diye düşündü. Kalksam mı acaba derken bir ses daha geldi. Dolap kapakları açılıp kapanmaya başladı. Kapaklar açılıyor içleri büyük bir gürültü ile karıştırılıyor ve o gürültü ile tekrar kapanıyordu. Ona anlamsızca gelen bu seslerden rahatsız olmaya başladı.

Hem gidip neler olduğunu görmek istiyor hemde duyduğu korkudan dolayı kalkamıyordu kaskatı kesilmişti tüm vücudu.

Odasının kapısı kapalı olduğu için şükretti bir an. Ya buraya gelirse diye düşünmekten alamadı kendini.

-       Ya buraya gelirse ya bana zarar verirse......

Tam bunları düşünürken bir gölge geçti kapının önünden.



Kapı kolunun hareket ettiğini farketti. İçinde duyduğu o korku bir fırtınaya dönüştü.

Bu duygular içerisindeyken kapı kolu daha hızlı bir şekilde hareket etmeye başladı. Korkusu kat kat arttı.

Sonra kapının camında bir silüet gördü yanlış gördüm heralde diye kapadı gözlerini bir daha açtı biri bakmaya çalışıyordu emin oldu görduğünden.


Biri kapıdaydı ama kimdi bu kim olabilirdi ondan ne istiyordu.....

-       Ne yapıcam, ne yapıcam, ne yapıcam ben.....

  

Salı, Nisan 19

RUHUM RUHSARIM KAYIP

Bazen kayboluyoruz duygularımızın içinde. 








Aslında birşey hissettiğimizi zannediyoruz fakat bir çok şey yaşıyor ruhumuz. Bir kuş misali her şey bizim elimizde....






 Sadece farkına varabilmemiz zor oluyor. Bakabilsek bir pencereden kendimize biraz daha dinlesek kendimizi bütün soru ve cevapların orada olduğunu görücez. Neden bu kadar zor acaba duygulara hükmedebilmek. 










Belkide kendimizde daha keşfedemediğimiz farkına varmadığımız şeyler var. Belkide korkuyoruz. Hiç düşündünüz mü acaba iyi şeyler dururken kendimizi üzmeyi kahretmeyi neden bu kadar sevdiğimizi... 










Dikkat edin çevrenize ne kadar çok üzgün surat var :(((((((((   güleninde sadece yüzü gülüyor gözleri değil  :))))))))) 






Biraz daha mücadele bizi bu durgun, dingin ruh halinden; hareketli, yerinde duramayan pozitif ruh haline dönüştürecektir. 












Gelelim banaaaa...........
Genel anlamda iyiyim hatta son zamanlarda bazı şeyleri öğrendim. birilerini yada bişeyleri değiştirmeye çalışmaktansa olduğu gibi bırakıp kabullenmenin daha doğru olduğunu, insana daha iyi hissettirdiğini öğrendim. 








Söyle bir bakmak gerekirse Sibelim senin ruh halin süper ve eminim güneş açınca dahada süper olacak.









<iframe title="YouTube video player" width="480" height="390" src="http://www.youtube.com/embed/4P-qRrCbcc4" frameborder="0" allowfullscreen></iframe>

Pazartesi, Mart 14

TAM ZAMANINDA YAŞAMAK

Can Yücel'den...

Bu aralar tam aklımdan geçen şeyleri Can Yücel'in bu şiirinde buldum...



Yemek de boş içmek de,
Hatta yeri gelmeden sevişmek de.
Tam zamanında öpmelisin mesela güzel gözlünü,
Tam zamanında söylemelisin sevdiğini
Gözlerinin içine baka baka.
Bisikletinin gidonunu
Tam zamanında çevirmelisin
Düşmemek için.
Tam zamanında frene basmalı,
Tam zamanında yola koyulmalısın.
Tam zamanında okşamalısın başını
O üzüm gözlü çocuğun
Hıçkırıklar tam dizilmişken boğazına,
Tam ağlamak üzereyken.
Tam zamanında koymalısın elini omzuna
En sevdiğin dostunun babası öldüğünde.
Tam zamanında tutmalısın düşerken
Üç yaşındaki sehpaya tutunan çocuk.
Tam zamanında acımalı yüreğin
Afyon'da Hasan Ağabey' in evi yıkılınca başına
Evsiz kalınca çoluk çocuk
Ki uzatasın elini bir parça.
Tam zamanında açmalısın kapını
Hayatına girmek isteyenlere.
Tam zamanında çıkarmalısın
Sevginden şımarmaya başlayanları.
Tam zamanında affetmelisin kardeşini
Biliyorsan yüreğinde kötülük olmadığını
Seni gecenin üçünde arayıp da
Kafasının iyi olduğunu söylediğinde.
Tam zamanında öğretmelisin oğluna
Gerekiyorsa yumruk atmayı
Tam burnunun üstüne
Tiksinmeden pisliğinden,
Yukarı mahallenin sümüklü bebesi
Misketlerini zorla almaya çalışırsa.
Tam zamanında bağırmalısın
Acıyınca bir yerin.
Tam zamanında gülmelisin
Kemal Sunal küfür edince filmin bir yerinde.
Tam zamanında yatmalısın
Yola çıkacaksan ertesi gün
Ve arabayı kullanan sensen
Sana emanetse çoluk çocuk
Ve kendin.
Tam zamanında bırakmalısın içmeyi
Son kadeh bozacaksa seni
Ve üzeceksen birilerini
Ertesi gün hatırlamayacaksan.
Tam zamanında ayrılmalısın misafirliklerden.
Tam zamanında konuşmalı
Tam zamanında şarkı söylemeli
Tam zamanında susmalısın.
Tam zamanında terk etmelisin gerekiyorsa
Annenin babanın evini,
Tam zamanında başka bir şehre gidip
Ayaklarının üzerinde durmaya çalışmalısın.
Tam zamanında dönmelisin memleketine.
Tam zamanında için titremeli,
Tam zamanında aşık olmalı
Deli gibi sevmelisin güzel gözlünü.
Tam zamanında toplamalısın oltanı
Belki de seni şampiyon yapacak
En büyük balığı kaçırmadan.
Tam zamanında yaşlandığını hissetmeli
Tam zamanında ölmelisin
Iskalamak istemiyorsan hayatı.
Haydi şimdi kalk bakalım
Silkin şöyle bir
At üzerinden hayatın yorgunluğunu,
Vakit zannettiğinden daha az
Haydi kalk bakalım,
Şimdi YAŞAMAK ZAMANI...

Müsait Olunca Beni Severmisin?

İçeri girer girmez neşeyle bağırdı:
- Anne biliyor musun bugün yuvada ne oldu?
- Görmüyor musun ? Telefonla konuşuyorum.
Herkesin sevdiği şey birbirine benzemiyordu. Annesi telefonu, babası arabayı seviyordu.
Herşey erteleniyordu, telefon ve araba söz konusu olduğunda... Bir de eve misafir gelecek oldu mu kendisine hiç yer kalmıyordu.
Nerelere gitseydi? Annesi kapattı telefonu
.
Mutfaktan tencere sesleri geliyordu. Koşarak yanına gitti:

- Sana yardım edeyim mi ? dedi, en sevimli halini takınarak. Annesi manalı manalı baktı:
Hayırdır? Bir yaramazlık mı var? Bak bir de seninle uğrasmayayım. Çok yorgunum zaten.
Yorgunluk nasıl bir şeydi? 
Bazen elinde oyuncağıyla uykuya daldığında anneannesi oyuncağı yavaşça elinden alır :
- Nasıl yorulmuş yavrucak. Uykunun gül kokulu kolları sarsın seni..'
diyerek alnına bir öpücük konduruverirdi
.
Yorgunluk gül kokulu bir uykuya dalmaksa eğer, neden annesi kendisiyle böyle kızgın kızgın konuşuyordu.

Anneciğim yorulduğun zaman gül kokulu uykulara dalarsın. Anneannem öyle söylüyor.

Uykuya dalayım da, gül kokuları kusur kalsın. Yorgunluktan ölüyorum.

Bu kelimeden nefret ediyordu. Yorgunum, yorgun olduğumdan, böyle yorgunken'....

Anneciğim sen yorulma, diye...

Yemekte konuşuruz çocuğum. Bankada işler yetişmedi. Baban gelene kadar bunları bitirmem lazım. Hadi sen oyna biraz.

Hani siz yoruluyorsunuz ya...Eeee....Bende oynamaktan yoruluyorum. Ne yapayım bilmem?

Yapılmaması gerekenleri biliyordu da büyükler, yapılması gerekenleri hiç bilmiyorlardı.
 Işıklar söndü birden.
Annesi öfkeyle söylenmeye başladı
.
Mum da yok! diye diye karıştırdı dolapları el yordamıyla.
Çocuk sırtüstü yatıp, anneannesinin köyünü düşündü. Gaz lambasının ışığında deli tavşan masalını anlatışını.

Deli tavsanın duvardaki aksini getirdi gözlerinin önüne. Anneannesi gibi iki ellerini birleştirip işaret parmaklarını yukarı kaldırarak tavşan kafası yaptı.

''Bak deli tavşan'' diyerek parmaklarını oynattı. Yoldan geçen arabaların farları duvardaki tavşana yol açtı. Tavşan alabildiğine hür dolaştı sağda solda. Otlarla kuşlarla konuştu. Sonra yorgun düştü. Duvardaki görüntü minik avuçların açılmasıyla kayboldu. Kolu yavaşça kanepeden aşağı sarktı.
Sonra ışıklar geldi.

Kadın çocuğun hiç konuşmadığını akıl etti. Birden kanepeye koştu. Küçücük dizlerini karnına doğru çekerek uykuya dalmıştı.

Masanın üstündeki dosyalara baktı iğrenerek. Dindirilmez bir pişmanlık doldurdu içini.

Uyandırmaktan korka korka küçük alnına bir öpücük kondurdu.

Çocuk sanki bir ipucu bekliyormuşcasına aralanan gözleriyle mırıldandı;
 İşin bitince beni sever misin anne? dedi.

Kadın, sevilmek için randevu alan çocuğuna bakarak sabaha kadar ağladı.

******
Lütfen sevgimizi yarınlara ertelemeyelim. Hayat telaşına kaptırıp kendimizi, sevdiklerimizi ihmal etmeyelim.
Unutmayalım ki, yaşamın en güzel yanı sevgidir.

Unutmayalım ki yarın kimseye vaat edilmemiştir...

Bunu bir arkadaşım gönderdi sizinle paylaşmak istedim.

Çarşamba, Mart 9

URFA KADINLARI


Komiktir, tatl›d›r Urfa kad›nlar›, her biri baflka bir alem. Her sözlerinin alt›nda yatan birfleyler mutlaka vard›r. Güçlüdürler tafl› s›ksalar suyunu ç›kar›rlar. Bay›l›rlar yemek yemeye, gezmeye.

Sorun onlara; yemek yapmak m›, gezmek mi diye eminim hepsi bir a€›zdan gezmek diyeceklerdir. Yemek yapmaktanda hofllan›rlar fakat haftada bir kere. “Nas›l yani haftada bir gün yemek yap›p di€er günler yapm›yorlar m›?” dedi€inizi duyar gibiyim anlatay›m size.

Sabah kalkar kahvalt›y› haz›rlar, kocalar›na söylenerekten gönderirler evden. Evi flöyle bir toplar, akflam yeme€ini haz›rlamaya koyulurlar.

Biz hani uzuuun uzuuun malzemeleri dolaptan ç›kar›r, güzelce y›kar, do€rar falanda filanda yapar›z ya, onlar daha önce ç›kartt›klar› k›yman›n içine baharatlar›n› koyar tepsiye yayar hoooopp hayde f›r›na akflam yeme€i haz›r. Tabi bu etin yan›nda domates, patl›canda f›r›na gitmek için tepside yerlerini al›rlar. 

Onlar haftan›n sadece bir günü sulu yemek yada sebze yeme€i yaparlar di€er zamanlar yapt›klar› tüm yemekler f›r›na gider. 10-15 bilemedin yar›m saat sürer yemek haz›rlama süreleri. Zaten Urfada her mahallede yanyana bir sürü f›r›n vard›r. Yemeklerini f›r›na gönderdikleri için hem kad›nlar rahat ederler hemde f›r›nc›lar para kazan›rlar.

Yemek ifli bittikten sonra bafllar telefon trafi€i, nereye gidiyoruz, kimde toplan›yoruz diye. Gidilicek yer belli olduktan sonra haz›rl›k son h›z devam eder. Ama sanmay›n yemek yapt›klar› kadar k›sa sürede haz›rlan›rlar. Onumu giysem, flunumu giysem aman ben Hatice’den daha güzel olmal›y›m, Ayflede’de bu k›yafetin benzeri var aaa yok olmaz oda giyer rezil olurum öyleydi böyleydi diye sürerde sürer.

K›yafet tamam gelelim tak›lara bu en önemli konu.
Alt›nlar›n sakland›€› kasa aç›l›r “bu arada e€er maddi durumlar› iyi ise her evde kasa vard›r” bafllar s›rayla tak›lmayaaaaa.....

Befl metre zincir, on bilezik, befli bir yerde, çok zenginse p›rlanta tak›mlar, ak›tma, yüzüklü ak›tma takar da takarlar. Ben hepsinin isimlerini bilmiyorum benim bildiklerim sAdece bu kadar›. 

Bu sadece gündüz gezmeleri birde düğünde görseniz onları. Mesela kim daha çok altın takmışsa en ön masalarda yerini alır. Altın zenginliğin ve ihtişamın göstergesidir. Bu hareketle düğünün gösterişli ve ihtişamlı olduğu anlaşılır.

Nazlıdırlar onlar hele kocalarına naz yapmaya bayılırlar. Babam anlatırdı.

“Kadının biri her sabah kocasına kahvaltı hazırlarmış. Kocasını kaldırıp oturmuşlar sofraya. Adam kahvaltıya başlamış ama bakmış karısı bişey yemiyor. Kendine hazırladığı lokmaların aynısını karısınada hazırlayıp uzatmış karısının ağzına. Kadın ay yok canım istemiyo demiş. Bir, iki, adam tekrarlamış bu hareketini kadın yine aynı cümleyle karşılık vermiş “canım istemiyor iştahım yok.”
Adam kalkıp işe gitmiş. O evden çıkar çıkmaz kadın bir tavaya 10 yumurta kırıp afiyetle yemiş.” Naz yapacak ya nasıl olursa olsun.

Babam işte; anlatır böyle şeyler hele annemle bu tarz şeylerle uğraşmaya bayılır. Annemin de ona naz yapt›€› aflikar. Çok hikayeler anlatılır bizde her durumu hikayeleştirip birbirlerine anlatıp güler insanlar. Eylensinler de nasıl eylenirlerse eylensinler.

Mesela urfan›n kendine özgü deyimleri, dualar› ve beddualar› vard›r. En komikleri de beddualard›r. Ben size birkaç örnek vereyim. Bunlar bu zamana uygun olarak söylenmiş eskileri yazmadım onlar biraz müstehcen. Tabi artık pek fazla kullanılmıyor bu beddualar eskilerde cehalet vardı tabi ettikleri bedduanın nereye gideceğini pek kestiremezlerdi. 



Mahzenlerdeki şeraplari kala kala yıllana gene de bi poğa yaramiya.

Helikopterleri pistlerde kala bi türli havalanmiya.

Seni Türk vatandaşlığından atalar heç bi kapıya vatandaş olamıyasan.

Ruhsatlı-ruhsatsız silahlari satıla, mermileri namlıda kala patlamıya.

Yere gömdiği kredi kartları çüriye kimseye yar olmıya.

İsviçre pankalarında yatan dövizleri yata bi daha kalkmiya.

Yarış atlari ahırda kala kala beygir ola.

Sen sen olasan seçim meydanlarında geçim derdine düşesen.

Sen sen olasan televizyon ekranlarında kararasan, RTÜK seni açmaya.

Miting meydanlarıda döner yapasan üzerine koyacağ pilav bulamıyasan.

Alfa Romeo erabaları otoparklarda çüriye akıbetleri Murat 124 kimin ola.

Memlekette ne keder top varsa sahaya ine, hepsinden toplı maç edesen.

Ahırımda at, kapımda it, osırığın tutmiyan gö… olasan.

Kenan Paşa’ya model olasan, seni nü resmede.

Aldiği mazlumların ahını aheste aheste degil, bi nefeste çığarasan.





Azda olsa sizi güldürebildiysem ne mutlu....

Perşembe, Mart 3

BUGÜN SAĞLAM PEKİ YA YARIN!


Evin ilk erkek çocuğu ilk torunuydu Ahmet.

Annesi Babası öğretmen kültürlü güzel bir aileye gözlerini açtı.  Doğduğunda bayram havası yaşandı evde. Elden ele onun kucağından öbürünün kucağına. Birde o kadar güzeldiki kocaman kapkara gözleri simsiyah saçları, bembeyaz teni vardı, kirpikleri kaşlarına değerdi fırça gibi. Bir bakan dönüp bir daha bakardı o güzelliğe.

Her geçen zaman büyüdükçe dahada güzelleşiyor  baktıkça “Bu çocuk yaratanın  boş zamanına gelmiş  heralde”  dedirtten sözleri duyardık kulaklar dolusu.

Ahmet;  bebekliğinden farklı bir çocuk olduğunu hissettirmişti hep çevresindekilere, hareketleriyle zekasıyla... O kadar akıllıydıki sekiz dokuz aylıkken konuşmaya başlamıştı bile.
İki buçuk üç yaşına geldiğinde dedesine gazete okurdu artık. Ailesi bu konuda ne yapsak çocuk ziyan olmasın diyerek bir araştırma merkezine götürdüler Ahmet’i, araştırmalar testler derken Ahmet’in IQ’su 190-200 civarı çıktı. Doktorlar bu çocuk çok zeki aman dikkat edin özel bir eğitim alması gerek dediler . 

Annesi ve Babası üstün zekalı çocukların eğitildiği bir kaç yerle görüştüler tabiki. Ahmet  beş altı yaşındayken her şeyi bilen eline geçirdiği her şeyi, normal bir insana ağır gelen romanları bile okuyan bir çocuk oldu, o kadar ki artık ailesi ne varsa topladılar evden çok okuyor elinden bırakmıyor diye. Zaten Ahmet hepsini okumuştu bile...

Evde bişey kalmayınca ne yapsın küçük Ahmet  ara ara ortadan kaybolur oldu. Anne Baba eve geliyolar arıyorlar evi yok  Ahmet. Nerden oldugunu bilemedikleri bir yerden çıkıveriyor ortaya. Eeeee o kadar zeki ya artık geliş saatlerinde kaybolmuyor bir yerlere, evde birde babaanne , dede ve hala var  Ahmet için onları kandırmak ne ki kolay. Gel zaman git zaman  ailesi buluyor Ahmet’in neden kaybolduğunu. Meğer Ahmet dedesini okuduğu Kuran’ı alıp saklanıp okuyormuş bir yerlerde. Ahmet yedi yaşındayken ezbere Kuran okurdu...

Bir gün çok hastalandı  öyleki ateşler içinde yanıyor. Doktorlar ilaçlar  derken biraz toparladı kendini. Tarih hatırlamıyorum Ahmet salı günü hastalanmıştı cuma sabahı da daha iyi kalkmıştı yatağından. Hatta şaklabanlıklar yapıyordu dedesine, babaannesine, halasına, akşam enne ve babasına.

Haftasonu olduğu için dokuz on gibi kalktılar. Normalde Ahmet sabahları dokuz gibi kalkar ev halkını tek tek kaldırırdı özellikle haftasonları.

Ama bu haftasonu Ahmet kimseyi kaldırmadı odasına gittiler sen hala yatıyormusun diye onu gıdıklamaya. O öylece uyuyordu annesi seslendi ;

--- “Ahmet; Ahmet “  ses yok. Bir kez daha seslendi ses yok. Bir anda evden çığlıklar koptu noldu sana noldu diye... Açtı gözlerini Ahmet baktı annesine  öylece... baktı sesini çıkarmadı. Apar topar hastaneye götürdüler.

Sonuç ; Ahmet gece soğuk havale geçirmiş  beyninde büyük bir hasar var  diyor doktorlar durumu kötü...

O artık yürüyemiyor, konuşamıyor, hareket edemiyor . Vücüdu her geçen gün kasılıyor  yamuluyor. Öyleki ağzına verilen yemeği bile yutamıyor.  

Yaşarken ölüyor küçük Ahmet...

Bu arada anne ve babası boşanıyor. Baba başka bir kadınla, anne başka bir adamla evleniyor.

Ve şuna inanın ben böylelerine insan demiyorum  eğer insan biz isek onlar......ne acaba...
Ahmet’i bir kere bile gelip görmüyorlar bırakıyorlar halasına ve yok oluyorlar. Onlar için söylenecek çok şey var ama küçük Ahmet’in hatrına susmak yakışır.

Ahmet'e halası bakıyor tabi, hemde nasıl bakmak. Hani tapıyorum derler ya, halası tapıyor Ahmet’e zaten oda halasından başka kimsenin elinden yemek yemiyor. Her geçen gün o çocuğun eridiğini görmek çok kötü... geleceğinden birazcık şüphe bile duymadığımız süper bir gelecek bekliyor  dediğimiz Ahmet hayal bile edemiyeceğimiz halde.

Zamanın nasıl geçtiğini, nasıl değil ne zorluklarla geçtiğini az çok tahmin edebiliyorum. Çok çok çok çok zorrrr...

Ahmet  On beş yaşında bir  Pazar sabahı halasının kollarında gözlerini bir kapadı bir dahada açmadı.

O artık melek ve biliyorum ki bizi oradan izliyor. 

(Şunuda belirtmek isterim Ahmet benim yiyenim olur bir kaç ay önce kendisini kaybettik malesef. Nur içinde yatsın mekanı cennet olsun...Onun o güzel fotograflarını paylaşmak istemedim sizinle. Bu yazıyı okurken onun o güzel yüzünü sizin halal gücünüze bıraktım)


Lütfen ne oldum değil ne olacağım diyelim başımıza ne zaman ne geleceği hiç belli değil...



Sevgiler ve Sağlıklar dilerim...

Çarşamba, Mart 2

İÇİMİZDEKİ HÜZÜN

Her yeni gün yeni bir umutla başlar insan. Hayalleri, umutları...
Hep geleceği planlarız şöyle yapıcam böyle yapıcam diye. Ama bilemeyiz hayatın bizlere neler gösterecegini, neler yaşatacağını. Hep iyi olacak diye bakarız hayata öylede bakalım zaten atalım korkularımızı  çekingenliklerimizi bir kenara yaşayalım en güzel şekliyle hayatımızı.  Pozitif olalım hep çünkü şu an bizim olduğumuzdan daha kötü hayatı olan insanları düşünelim düşünelim ki kendi bulunduğumuz duruma şükredelim.  Hiç umudu olmayan her sabah mutsuz ve umutsuz gözlerini açan insanlar tanıyorum. Bu insanlardan biri en yakınım canım ciğerim ablam...

Her gün yeni bir koşuşturmayla başlar onun hayatı. Aslında hiç farkı yoktur dünün bugunden eşini ve kızını yolladıktan sonra başlar onun hüznü. O hüzün onlar varkende vardır ama belli etmez hiç o kadar güçlüdür. İstemez kimseyi üzmeyi özellikle kızını ona hep tek umudum der. Güler ama yüzelsel iki çocuğum var ama Gamzenur tek umudum der hep.

Şimdi merak ediceksiniz iki çocuk ama neden bir tanesi umut...

Hani eskiden Türk filmlerinde olurdu amansız hastalığa yakalanırdı genç delikanlı kendi bilmezdi hastalığını ama annesi, babası, kardeşi bilirdi ve ona her baktıklarında içlerinden ağlamak gelirdi yinede belli etmezlerdi o üzülmesin diye.

İşte buna benzer birşey yaşar ablam ve ailesi tabi bizde. Bizim filmimizdeki o delikanlı MELİK MERT...




Anne karnında kaptığı virüs nedeniyle hasta benim Mert’im canım...
Vücudunda kas yok o yüzden yatalak, fizik tedavi görmezse kemikleri yer değiştirmeye başlıyo, gözlerinin ne kadar gördügünü bilmiyoruz tek bildiğimiz ışık aldığı. Sekiz yaşında ama 6 aylık bebekten farkı yok. Bunun gibi bir şürü şeyi var saymak istemiyorum. Ama hayatımda gördüğüm en pozitif insan. Tam anlamıyla sevgi manyağı.  Ona ne yaparsanız yapın hep güler.


 Saç çekmeye bayılır bi yapıştımı elinden kurtulmak çok zordur. Öyle bir elektiridiği varki insanı hemen kendisine bağlar. Annesiyle inanılmaz bir ilişkisi vardır. Annesi konuşarak bir sürü şey öğretmiştir ona.



İnanılmaz bir kulak vardır onda sesten kimin kim olduğunu bilir. Eğer yabancı bir ses ise tepkisiz öyle durur ama benim yada dığer teyzelerinin sesini duyunca o tatlı ağız açılır hemen başlar gülmeye. Bizi en çok şaşırtan şey babamızla olan ilişkisi onunla başka bişeyi var.  Babam her geldiğinde hiç sesini çıkarmadan Mert’in üzerine doğru eğilir. Ne hikmetse Mert hafif hafif gülümser artık o anda ne hissediyorsa. Belki kokusundan da tanıyabiliyordur insanları konuşamadığı için bilemiyoruz. Neyse babam sessiz bir şekilde öylece durur. Anlar dedesi başında duruyo nasıl anladığını hiç bilemiyecez. Mert başlar elini kaldırmaya hoooop doğru babamın top sakallarına, tutmak için o sakalları.  





Biz hiç anlayamıyacağız ne düşünüyor, ne istiyor, ne hissediyor.  Hani aşk derler ya işte bizim için Mert. 

Aşk bizim için Mert’in gülmesi, her gün yeni bir şeyler öğretebilmek, yemek yemesi, kakasını yapabilmesi (yatalak çocuklarda kabızlık önlenemiyor), o kocaman gözleriyle gözlerimizin içine bakması.  Bakar ama ne kadar gördügünü bilmiyoruz.

(Bu arada 1 yaşında olduğu ameliyatta gözlerindeki mercek alındı şu an mercek görevi gören özel bir lens kullanmak zorunda).

O lensleri parmakları yardımıyla çıkartıp kaybediyor siz o zaman görün evdeki cümbüşü. Herkes dağılıyo lens aramaya lensin özelligi 3 gün sonrada bulsan bile özel suyuna atıp 24 saat beklettikten sonrada kullanabiliyorsun. Hatta bir keresinde ablam iki gün sonra bulmuştu.

Biz lens ararken Mert ne yapıyor biliyomusunuz ağlıyor. Kötü birşey yaptığının farkında olduğu için ağlıyor.

Çünkü annesi “elini gözüne sokma” diye hep uyarıyor.
“Niye elledin gözüne bak lenslerin yok” deyince büzüyo dudaklarını.



Mert, Mert, Mert...

Ağzımızdan çıkan her sözde olan, bizi hem güldüren hem ağlatan Mert sen hep gül emi hiç ağlama düzelir umudumuz hep var olacak. Bu umudu kaybetme düşüncesi bile bizi korkutuyor.    





Kocaman mutlu bir aileyiz ama bi tarafımız hep buruk. Bizim gülmelerimiz bile hüzün.

Umarım sizin kalbinizde hüzün olmaz... Sağlık dolu Mutlu gelecekler...


Cuma, Şubat 25

Öğlen Yemeği

Genelde çok kalabalık çıkarız öğlen yemeklerine. Ama buğün kimsenin çıkası gelmedi dışarı havanın soğuk olması ve bazılarının ajanta olmaması galiba. Neyse biz üç kişi Hatice, Merve ve ben çıkalım dedik. Hemen ajansın yakınlarında bir yere gittik. Yemeklerimizi söyledik sohbet ederken öyle konu nasıl olduysa ölüme geldi.

Aman ayyyyy falan demeyin sadece bir yakınını kaybeden insan neler hissediyor nasıl dayanıyo falan diye konuşuyorduk. Hatice bunu yaşamış bir insan olarak açıklamaya çalıştı tabi bize. O babasını kaybetmişte....

İnsanın o zamanlarda beyninin uyuştuğunu falan söyledi ben bilmediğim için bu duyguyu anlamam mümkün değil. Allah kimseyede yaşatmasın...


Sonra ölü görmekten konuşurken ben bir kere gördüğümü söyledim. Eşimin babası vefat ettiginde görmüştüm uyur gibiydi gayet normaldi yani.

Hatice lisede ölü merak ettiği için hemşire tanıdığının yardımıyla morg’da görmeye gitmiş, üniversite’de de kadavraları. Merak insana neler yaptırıyormuş baksanıza...

Merve ölen birini görmek istedigi için onu götürsünler diye ağladığını söyledi. Çok komikti biz baya güldük.

Sonra hatice “Siz ne diyosunuz benim babaannem canlı yayında öldü” dedi.

Biz şaşkınlıkla katıla katıla gülmeye başladık ama haticede normal bişey söylemediki canlı yayında babaannesinin ölmesi fena bişey herkesin gözü önünde...

Daha sonra Hatice bunu söylemek istemediğini babaannesinin yanında vefat ettiğini söyleyince (dili sürçmüş) olay aydınlığa kavuştu. O soğuk ölüm lafı bizim şu an her aklımıza geldiğinde gülümseten hatta kahkaha attıran bir konu haline geldi.

Bana kızıcaksınız kesin ölüme gülermi insan diye ama napalım hayat devam ediyor ve bize her acıyı gösteriyor. Bizim yapmamız gereken hayata gülen bir yüzle ve gülen gözlerle bakmak....

Yüzünüz hiç solmasın canlarım

Yeni Bir Başlangıç....

Aslında yeni başlangıçlar iyidir ama  beni biraz rahatsız eder. Düşünsenize hayatımızda ne kadar çok yeni başlayan bişeyler var. Zaten anne karnına düştügümüz an başlarlar.
Dogum yeni bir balangıç  (farkında olamadığımız)...

Okul; her dönemi ayrı bir başlangıç  üniversiteye kadar .Yeni insanlar yeni ortamlar güzel ama güzel olduğu kadarda zor .

Benim buraya kadar çok zorluk çektiğim söylenemez, gayette iyi gitti. Belki yapımdan kaynaklanıyor ama çocukluğumdan beri vardır utanırım, sıkılırım insanlardan. Kötü tabi bu, çok zorlandığım zamanlar da olmadı değil.

İş hayatı, tabi bu en zor başlangıç. Yapıyosunuz ama bide insanlarla uğraşıyosunuz bi taraftan.
Uğraşmaktan kastım yanlış anlaşılmasın sakın. Tabiki her insan birbirinden farklı. Bu farklılıklar bazen insanı üzebiliyor ama alıştıkça normal geliyor size “insan ya her türlüsü var” demeye başlıyosunuz ama benim bunu söylediğim çok oldu. Hani karşınızdakini kendiniz gibi zannetme vardır ya işte benim en çok yaptığım hata... hatamı bilemiyorum tabi, aslında iyi bişeyde olabilir.

Ama şunu pek çok kez yaşadım karşınızdaki insana ne hissediyorsanız oda aynı şeyleri sizin için hissediyor. Tabi hep böyle demiyorum ama ben çok sık yaşarım.

Babam hep dedemden bahsederdi akıllı bir adamdı diye hatta karşısındaki insanın ne düşündügünü bilirmiş. Babamı dinlerken bizde hep derdik keşke bizde düşünce okuyabilseydik diye. Böyle bişey olamaz tabi hissederiz; bakışlar hareketler anlatır herşeyi...


Dedem bir gün dükkanının önünde arkadaşlarıyla oturuyormuş. Yoldan geçen bir tanıdık için arkadaşlarına;
Bakın ; “ha bu adam beni sevmiyor” demiş. Yanındakiler “nerden biliyosun seni sevmediğini dayı” demişler.
Dedem;
“Eeeee bırakın onuda bilelim çünkü bende onu sevmiyorum” demiş.

Güzel şeyler hissetmeniz dileğiyle.....


Bu blog olayınada Sibelcim sayesinde yeni bir başlangıç yapıyırum. Çok severim kendisini bilir oda beni sever. Aslında çok yabancıyım, bu başlangıç benim için iyi olacak sanıyorum. Aklıma gelenleri yaşadıklarımı paylaşmayı düşünüyorum yazma konusunda pek yeteneksizim ama elimden  ğeldiğince işte ...

Umarım hoşunuza gider. Bişey daha arkadaşlarıma bişey söylemek istiyorum.

Sibel, Merve, Beste, Deniz K., Deniz S., Hatice,

“ Ben evliyimmmmmmmm”  iyiki varsınız.